MƏN BU ŞƏHƏRƏM
- kurumhaticekubra39
- 22 Ara 2022
- 23 dakikada okunur
Salam dostlar,
Azerbaycan’dan geleli birkaç gün oldu. Günlerden pazar. Genel olarak ruh halim özelinde içimden gelenleri yazmaya başlamak istedim. Bu seyahat benim için neredeyse, tüm yaşadıklarımla bir ilkti. İlk yurt dışı deneyimi, ilk uçak deneyimi, ilk defa hiç tanımadığım insanlarla 1 hafta boyunca vakit geçirmek. Gideceğim belli olduğu zamandan, dönüşüme kadar sürekli dua ettim. Allah’ım beni güzel insanlarla karşılaştır, güzellikle geçsin, kolaylıkla gidip-gelelim, memnuniyetle ve kendime birçok şey katmış şekilde dönebileyim... Ve şükürler olsun ki Allah bana dualarımdan da fazlasını verdi. En başta oda arkadaşım Sevgili Büşra, sevgili mihmandarımız Seylan hocam ve tanıştığım güzel kızların hepsi Büşra, Merve, Merve, Merve, Gamze, Funda, Aleyna, Tuğçe, Damla, Gülay ve Cevriye. Hepsinin adını tek tek saymam gerek, hepsinin kalbimde ayrı bir yeri var. Bu güzel kızlar dışında Azerbaycan’da tanıştığım diğer güzel insanlar şoförümüz Ramiz abi, bodyguardımız Yusuf abi, her daim yanımızda olan tüm ihtiyaçlarımıza koşan Elmir Bey, ofiste bizleri güzelce ağırlayan Ahmet Bey ve Fatih Bey. Hepsini tek tek söylemezsem haksızlık etmiş olurum, her biri hayatımda unutulamayacak kadar güzel sadalar bıraktılar. Bu coşku bu gurur yaşamadan mümkünü yok anlaşılmaz ancak ben neler yaşadığımı naçizane kendi gözümden anlatacağım. Ülkem kadar büyük, gardaşlık kadar gurur verici ve en güzeli de ümmet bilinci gibisi yok. Her gittiğimiz yerde en güzel şekilde karşılanmak, her gittiğimiz yerde en güzel şekilde ağırlanmak, tanımadığımız insanlar tarafından kucaklanmak kadar insanın içini ısıtan bir hissiyat olamaz. O kadar güzel bir bağ var ki birbirimizi tanımadan sevmişiz daha ötesi var mı diye düşünüyorum. Azerbaycan bayrağı eşittir Türk bayrağı ne bir eksik ne bir fazla can gardaşıyız başka ötesi yok. Hislerimi, içimdeki coşkuyu ve gururu belki bir nebze de olsa anlatabilmişimdir. Bu yaşıma kadar hep şunu düşündüm, şunun hayalini kurdum ve hala da öyle düşünüyorum, bir şey yapacaksam yaptığım şeyin bir anlamı olsun, bir yere gideceksem tarihi olan bir yer olsun ve eğer bir gün yurt dışına çıkarsam Türk-İslam Medeniyetinin yoğrulduğu o muhteşem medeniyet topraklarından birisi olsun. Şükür ki öyle de oldu. İlk yurt dışı deneyimim Azerbaycan gibi kadim bir memleket oldu. Memleket diyorum çünkü benim için hep öyleydi ama gidip gördükten, orayı yaşadıktan sonra çok daha fazlası. Tecrübelerimden bahsetmeden önce hislerimden bahsetmek istedim. Şimdi ise Azerbaycan’ı benim gözümden göreceksiniz. Ailem beni havalimanı kapısına bıraktı ve o andan sonra grupla buluşana kadar yalnızdım. Büşra Almanya’dan geldiği için benden önce zaten havalimanındaydı. Havalimanına girdikten sonra ilk onunla buluştuk. Birçok tecrübesi olduğundan ötürü sağ olsun işlemlerde bana yardımcı oldu ve beni oldukça rahatlattı. Büşra ile işlemleri hallettikten sonra diğer kızlarla teker teker buluştuk ve en sonunda Seylan Hanım ile buluştuk. Kızlara karşı hiç dile getirmedim belki ama resmen dualarımın tecelli ettiğini kızlarla ve Seylan hanımla ilk karşılaştığımızda hissettim. Çünkü ilk anda bile herkes birbiriyle uyum içindeydi muhteşem bir enerji sardı etrafımızı. Denir ya hani, sanki uzun yıllardır tanışıyor gibiyiz tam olarak öyleydik. Ve bu bana muhteşem bir mutluluk verdi. En güzeli de bu hissin ayrılana kadar devam etmesiydi. Uçak saatimiz yaklaştığında kapıya gittik ve uçağa alınmayı beklerken, muhabbet ediyorduk, tam o sırada herkesin gitmeden önce ne hissettiğini öğrenmek için herkesle teker teker röportaj yapmaya karar verdim ve tek tek herkesin o an ne hissettiğini sorarak bunu kayda aldım. Herkes teker teker güzelce konuştu ve dillerde tek kelime "heyecanlıyım". Hislerimi, ne yaşadığımı anlatırken kendimi emojilerle ifade etmek istiyorum. Röportajı yaparken aklımda şu vardı bunu dönüşte de yapsam ne güzel olur, giderken ne hissediyorduk gelirken ne hissediyoruz. Öyle de yaptım ve yazının başından beri dediğim gibi kimsenin aklında en ufak bir kötü düşünce, bir olumsuzluk yoktu. Yazarken de sanki o anları yeniden yaşıyorum. Uçağa bindik. Uçak inanılmaz bir deneyim. İnsan binlerce kez şükretmekten kendini alamıyor. Biz insanoğlu neler yapabiliyoruz, istesek neler yapabiliriz...
Denilenin aksine hiç korkmadım tam tersine aşırı zevk aldım. Sadece pilotumuz inişi fazlasıyla hızlı gerçekleştirdi, bu biraz sarstı ama sıkıntı yoktu. Haydar Aliyev havalimanındayız. Bakü'nün inanılmaz nemli bir havası var. Sanıyorum ki yeraltı zenginliklerinden ötürü bu rutubetli havası. Şoförümüz Ramiz abi, Elmir Bey ve Fatih Bey ile ilk tanışmamız havalimanında oldu ve seyahatin sonuna kadar da hep beraberdik. Otele doğru giderken hepimizin gözleri hep dışarıdaydı. Çünkü şehrin içine girdiğiniz andan itibaren tam manasıyla büyüleniyorsunuz. Akşam olduğu için şehri tam olarak göremedik ama gördüğümüz kadarı bile bizi etkiledi. Otelimize vardık. Otelimiz oldukça merkezi bir yerdeydi, bundan dolayı da her yere yakındık. Otelimize yerleştik. Ve…
Azerbaycan’da ilk tam günümüzde hep beraber güzelce kahvaltımızı yaptık ve ilk durağımıza doğru yola çıktık. Şehir gece olduğundan çok daha büyüleyiciydi. Binaların neredeyse hepsi aynı tonlarda ve birbirleri ile adeta bir ahenk içerisindeydi. Aracımızla ilk olarak mimari yapısı harika olan sokaklardan, caddelerden geçerek TİKA’nın Bakü temsilciliğine gittik. Burada herkes birbirinden tatlı ve sevecen insanlardı. Asla kendinizi farklı bir yerdeymişsiniz gibi hissetmiyorsunuz. Sanki hep tanışıyormuşsunuz hissiyatı olur ya, heh işte tam da öyle hissettim oradaki herkes için ve bu gerçekten paha biçilemez bir duygu. Çünkü farklı bir ülkede, hiç tanımadığınız insanlarla, hiç bilmediğiniz bir mekandasınız. Oradaki herkesle teker teker tanıştık, kendimizden bahsettik, birbirimizle olan muhabbetimiz her geçen saniye arttı. Burada hoşça vakit geçirdikten sonra oradan ayrılarak Azerbaycan Teknik Üniversitesine doğru yola çıktık. İnanılmaz güzel bir üniversiteydi, o muhteşem mimariyi şehrin her yerinde korudukları gibi üniversitenin hem içinde hem dışında çok güzel bir şekilde muhafaza etmişlerdi. Üniversiteyi gezmeye başladık ve ilk girdiğimiz anda bizi Selçuk Bayraktar'ın pankartları karşıladı. Türkiye' ye olan sevgilerini, samimiyetlerini, vefalarını ülkenin her köşesinde hissedebiliyorsunuz. Üniversitenin içerisinde Cezeri LAB adını verdikleri TİKA’nın destekleri ile kurulan bir tasarım odası vardı. Burada üniversite öğrencilerinin yapmış olduğu ve hala üzerlerinde çalıştıkları muhteşem işler vardı. Tek tek onları gördük ve ne işe yaradıklarını mucitlerinin ağızlarından dinledik. Bu icatlardan çok beni etkileyen başka bir şey vardı. O da şuydu üniversitenin ambleminin çok güzel bir anlamı vardı. Amblem rahle üzerinde açılmış bir Kuran-ı Kerim’i temsil ediyordu. Ve bunu bizlere anlatan sorumlu beyefendi bunu anlatırken aynen şöyle dedi; "Bu rahle üzerindeki kuran-ı kerimi temsil eder, Allah’ın kitabı başımızın tacıdır." Beyefendinin bu sözü, bu denli samimiyetle söylemesi beni gerçekten çok mutlu etti. Sonrasında okulun konferans salonuna gittik ve konferans salonu resmen büyüleyiciydi. İçeriye girdiğiniz andan itibaren konferans salonundan ziyade, çok eski bir tiyatro salonuna girmiş gibi hissediyorsunuz. Bu konferans salonu daha önce Recep Tayyip Erdoğan, Selçuk Bayraktar ve İlham Aliyev gibi değerli kişilere ev sahipliği yapmış bir salonmuş. Konferans salonunu gezdikten sonra rektör beyle görüşmek üzere büyük bir toplantı salonuna geçtik. Kendisi inanılmaz tatlı ve sevecen birisiydi. Bizlere üniversiteden ve üniversitenin imkanlarından bahsetti. Sanırım her Türk gencinin okumak isteyeceği kadar güzel bir üniversite. Kim bilir belki de yüksek lisansımı Azerbaycan Teknik Üniversitesi’nde yaparım. Üniversiteden ayrıldıktan sonra öğle yemeği için tekrar otele döndük. Yemeklerimizi yedikten sonraki durağımız Asan Xidmət adında çok kapsamlı bir merkezdi. Asan kolaylık, kolayca yapılan anlamına gelen bir kelime ve cidden tam anlamıyla bu kelimenin hakkını verdiklerini düşünüyorum. Bu merkezde vatandaşın ihtiyacı olan tüm kamu kuruluşları vardı. Hatta Bilim Bakı adında, yaz okulu tadında çocukları eğlendirerek öğreten bir merkez kurmuşlar. Burada çocuklar kendileri tecrübe ederek ve sıkılmadan birçok faaliyet yapıyorlar. Bu faaliyetleri yaparken de gezegenleri, sayıları, İngilizceyi, matematiği öğreniyorlar. Her bir alan için sınıf oluşturulmuş. Her sınıfta farklı bir eğitim var ve her bir sınıfta yaş aralığı değişiyor. Teker teker her sınıfta vakit geçirdik. İlk sınıfımız sevgili Nergisin sınıfıydı. Nergis çok güzel bir kız ve işini severek yapan harika bir öğretmen. Nergisle ve çocuklarla bez çanta boyaması yaptık ve bizim için unutulamayacak kadar güzel bir hatıra olarak kaldı bu çantalar. Çocukların parmak izleri ve Nergis’in imzasının olduğu bir hatıra oldu. Çocukların hepsi çok tatlı yaparken o kadar çok eğlendik ki. İnanıyorum ki Nergis de çocuklar da hep beraber çok güzel vakit geçirdik. Çünkü ben çocuklarla bu denli eğlendiğim, Nergis ile tanıştığım sohbet ettiğim bu anları hiç unutmayacağım. Nergisin sınıfından sonra diğer sınıfları da gezdik. Her bir sınıfta, her biri birbirinden değerli çocuklar ve öğretmenlerle tanıştık. Geçen her saniye hayatımda unutamayacağım anlara dönüşüyordu. Bilim Bakıyı ve Asan Xidməti güzel bir hanımefendi eşliğinde gezdik. Biraz bu merkez hakkında konuşmak istiyorum. Çünkü beni oldukça etkiledi bu merkez. Azerbaycan, Bakü’de yaşayan her vatandaşın birçok işini sadece bir binada halledebiliyor olması inanılmaz bir kolaylık. Bu merkezden şimdilik birkaç tane varmış ancak yakın zamanda sayıları artacakmış. Bu yazıda birçok kez güzelleme kelimeleri kullanıyorum ve kullanmaya devam edeceğim. Çünkü her bir saniyesi o kadar değerli ve müthişti ki benim için, herkes o kadar güzel, o kadar samimiydi ki bir kez olsun olumsuz bir düşünceye kapılmadım. Bunun içinde tanıştığım, tanıdığım herkese minnettarım. Bu minnettarlık güzel kelimelerden başka bir şey dedirttirmiyor insana. Bilim Bakı'dayken de hayatımda bir ilki daha yaşadım ve Anadolu Ajansına röportaj verdim. Hayatımda ilkleri yaşamak ve bu ilkleri değerli insanlarla yaşamak inanılmaz mutluluk verici. İlk röportaj deneyimine göre oldukça başarılı olduğumu düşünüyorum. Asan Xidməti gezmeyi bitirdikten sonra Herkesle vedalaşıp salamlaştık ve Asan xidmətten ayrıldık ve akşam yemeği için tekrar otele döndük. İlk akşamımızda kızlarla hep beraber keşfe çıktık. İlk olarak, Bakü’nün sokaklarından geçerek tam bir flanör edasıyla sokakları keşfettik. Bakü de oldukça bilinen ve turistler tarafından rağbet görülen bir cadde varmış. O caddeyi görmek istedik ve caddeyi bulmak için yola koyulduk. İnternette yazan ile, orada bilinen adı farklı olduğu için bulmakta biraz zorlandık ama sonucu çox yaxşıydı. Bu caddenin adı Nizami küçəsi bir diğer adıyla "Tarqovı" Street. Bu cadde aynı İstiklal caddesi gibi bir cadde, alışveriş yapılabilecek, turistlerin olduğu, tarihi dokusu olan, aktif ve enerjisi yüksek bir caddeydi. Her çeşit insan bulabilirsiniz burada çünkü turistlik ve ünlü bir yer. Başından sonuna kadar gezdik ve caddede şarkı söyleyen, resim yapan, kara kalem çalışması yapan sanatçılar, kostümler giyen insanları gördük ve onlarla sohbet ettik. Çok eğlenceli ve gurur vericiydi. Çünkü nerelisiniz diye sorduklarında Türk olduğumuzu söyleyince karşımızdaki istisnasız her insanda bir heyecan oluyordu. E tabii bu heyecan da bize yansıdığı için çok samimi bir ortam oluşuyordu. Nizami küçəsinden sonra Hazar denizine gittik. Sahil şeridi oldukça kalabalıktı şehrin kalbinin attığı yerler oralar olduğu için bu yerler oldukça yoğun ve kalabalık yerler. Ama şehrin diğer yerleri oldukça sakin ve sessiz. Denizin yakınlarında benzin çıkartılan tesisler olduğu için denizde farklı bir koku vardı ve havası biraz farklıydı. Çıkartılan benzin zaman zaman denize karıştığından dolayı denizdeki bu farklı hava. Ateş kuleleri adını verdikleri binalar vardı. Bu binalar üç taneler ve bakıldığında şekilleri ateşe benziyor. Bu binaların üzerlerine de yansıtmalar yapıyorlardı. Elinde Azerbaycan bayrağı ile koşan bir çocuk yansıtılmıştı. Çok güzel bir görüntüydü. Adeta bir manifesto bir meydan okumaydı. Kızlarla biraz deniz kenarında oturduktan sonra geri dönüşte alt geçitten geçerken bir çocuk akordeon çalıyordu ve o sessiz alt geçidi akordeon ile şenlendirmişti. Alt geçitten çıktıktan sonra kermes tarzı bir alan vardı. Birkaç tane çadır vardı ve içlerinde okul eşyaları ve hediyelik eşyalar satılıyordu. Oralarda gezerken, kızların bir kısmı alışveriş yaptılar bir kısmımız da dışarıyı inceliyorduk. Oradaki mimariye yapılarla ilgili kendi aramızda tartışırken, satış yapan gençlerle muhabbet ettik. Muhabbet ederken de Türk olduğumuzu söyleyince gençlerden biri şöyle söyledi; " Kurtlar Vadisi bitti de Arka Sokaklar neden hala devam ediyor? " O an bizim için çok komik bir andı. Böyle birden sorulunca biz de kızlarla gülüştük çünkü cevabını bilmediğimiz ve sorulmasına şaşırdığımız bir soruydu. Türkiye’nin müzikleri, filmleri, dizileri, sanatçıları hep orada. Bizden fazlasıyla iz var ve insan bir an olsun yabancılık çekmiyor desem yeridir. Gençlerle biraz sohbet ettikten sonra oradan ayrılarak otelimizin yolunu tuttuk artık ve ilk günümüzü güzel bir şekilde sonlandırdık. Yol yorgunluğu, ilk günün yorgunluğu, insan resmen hissetmiyor. Hani olur ya çok yorgunsundur ama o kadar güzel vakit geçiriyorsundur ki, yorgunluğunu zerre hissetmezsin işte tam da böyle hissettim tam bir hafta boyunca.
Azerbaycan’da ikinci günümüz. Kahvaltımızı yaptık ve yeni durağımıza doğru yola çıktık. Bakü’den ayrıldık ve Azerbaycan’ın bir diğer şehri olan Sumqayıta doğru yola çıktık. Sumqayıttaki ilk durağımız TİKA'nın destekleri ile kurulan bal üretme tesisiydi. Orada hepimiz inanılmaz deneyimler yaşadık. Tamamen yerli olan ballar nasıl paketlenerek satış yerlerine gönderiliyor, hangi aşamalardan geçiyor, aletler nasıl kullanılıyor, hepimiz hepsini tecrübe ederek öğrendik. Teker teker kavanozları yıkadık, içlerine ballar konuldu, ağızlarını kapatıp etiketlerini yapıştırarak, jelatinlerini yaptık. Her zamanki gibi Türk’ün misafirperverliğini oradaki abilerden de gördük. Bizim için bir sürü hazırlık yapmışlardı. Tatlılar, çaylar birkaç çeşit bal ve orada tükettikleri meyve suları. Azerbaycan da tatlı fazlasıyla tüketiliyor. Tatlı yemeyi, şekeri herkes sever ancak burada bir başka. Bal üretme tesisinde yediğimiz tatlılar şekerbura, kətə ve bal boxçasıydı. Tatlıların hepsini de beğendik çok güzel tatlılardı. Bal üretme tesisinde yaşadığımız tecrübeden sonra elimize bal boxçalarından bir tanesini alarak 2. Qarabağ savaşında gönüllü olarak savaşa giderek şehit düşen bir askerimizin evine gittik. Şehit evi ziyaretimizden bahsetmeden önce bu iki şehir arasındaki farklardan bahsetmek istiyorum. Ciddi anlamda şehirler arasında kocaman, dev bir fark var. Bakü çok daha lüks, düzenli, intizamlı, temiz iken, Sumqayıt ise oldukça sade bir yapıya sahip, hatta bence şehirden çok kasaba havasını andıran bir hali vardı. İnsanlar çok daha sıradan ve çeşitlilik fazla yok burada. Sokakta yürürken bile Bakü de olduğundan çok daha farklı hissediyor insan. Şehit evine girerken de bunu derinden hissettim, hepimiz hissettik. Şehidimizin annesi ve babası çok tatlı ve samimi insanlardı. Bizim geleceğimizi öğrenince bir sürü hazırlık yapmışlar, harika bir sofra kurmuşlardı sağ olsunlar. Bir şehid ailesinin evlerine gidip misafir olmak, bir an olsun acılarına ortak olmak, inanılmaz derece de gurur vericiydi bizler için, bundan dolayı çok mutuyum ve kendimi fazlasıyla nasipli hissediyorum. Yaşadığım, şahit olduğum ve gördüğüm şeylerle ister istemez içimde bir kıyaslama yapıyordum. Bundan dolayı da biraz Türkiye Türkleri ile Azerbaycan Türkleri arasındaki farklardan şahit olduğum kadarını paylaşacağım. Çaylarını bizim aksimize ince belli ya da kulplu bardakta içmekten ziyade su bardaklarıyla içiyorlar ve çaylarına şeker koymak yerine çayın yanında çeşit çeşit reçeller ile tüketiyorlar. Bu beni oldukça şaşırtmıştı. Bu kadar şeker kültürünün olması inanılmaz bir şey bence. Bu kadar şeker tüketerek şeker hastası olmadan hayatta kalmak da inanılmazdı. Azerbaycan’da Rus şekerlemeleri oldukça tüketiliyor. Şehidimizin evinde de çeşit çeşit şekerler ikram etmişlerdi. Birçok kuruyemiş çeşidi ve lokumlar vardı. Annemiz sağ olsun bir sürü hazırlık yapmıştı bizler için. Sohbet muhabbetten sonra şehidimizin odasını ziyaret etmek için odasına gittik. Şehidimizin odasını tıpkı bir müze gibi tasarlamışlar ve eski haliyle muhafaza etmeye gayret göstermişler. Gezerken, incelerken her bir detayında kayboluyor insan. Şehidimizin adı Allahverdiyev Vüsal. Kendisi Türkiye, Azerbaycan kardeşliğinden ötürü İlham Aliyev ve Recep Tayyip Erdoğan adına şiir yazmış ve bu şiiri de bir dergide yayınlamış. Bu şiiri görüp okumak da bizlere nasip oldu. Şehidimizin babası, Şehidimizin adına apartmanın girişine çok güzel bir anıt yaptırmış. O anıtı da ziyaret ettikten sonra selamlaşarak oradan ayrıldık. Böyle yiğitler her daim var olsunlar demekten de kendi alamıyorum. Otele dönüp öğle yemeğimizi yedikten sonra TİKA tarafından restorasyonu yapılan Mərdəqan Qalasine gittik. Mərdəqan Qalasini ve oradaki Tuba Şah Camisi’ne yıllardır göz kulak olan Vidadi amca ile tanıştık. Kendisinin evi tam da kalenin ve caminin karşısında bu tarihi yapılara yıllarıdır göz kulak oluyor. Mərdəqan Qalasi çok güzel mimariye sahip ve büyüleyici bir yerdi. Qalenin içerisinde bir sürü tarihi eser vardı ve kalenin içi farklı bir mimariye sahipti. Qalenin tepesine kadar çıkamasak da düşman gözetleme yerine çıkıp qaleyi gezdik. Qalenin içini gezdikten sonra Vidadi amca bize qaval daşından biraz bahsetti. Ne işe yaradığını, eskiden ne amaçla kullanıldığını anlattı. Qaval daşı çalgı aleti olarak kullanılan bir taş, üzerine başka bir taş ile vurulduğunda çok hoş bir ses çıkarıyor. Qaleninin içinde mezar taşları, kaktüsler, eski eşyalar, eski taşlar vardı. Mərdəqan Qalesinin hemen yanında bulunan Tuba Şah Camisi de gördüğüm birçok camiiden oldukça farklıydı. Vidadi amca kendine orada çok güzel bir hayat kurmuş. Her vakit namazını gidip Tuba Şah Cami’nde kılıyor, misafirleri geldiğinde onlara ikram etmek için camiinin bir köşesini mutfak yapmış, çayını orada demliyor ve misafirlerine ikram ediyormuş. Camiinin üst tarafı küçük küçük odacıklar şeklinde misafirliklerden oluşuyor. Camii inşa edildiğinden bu yana misafirlikler, yolcular, tüccarlar için kullanılmış ve Vidadi amca sayesinde hala kullanılmaya devam ediyor. Camiinin o eski hali, yaşanmışlığı, tarihi dokusu büyüleyiciydi. Vidadi amcaya veda ederek oradan ayrıldık ve çok daha büyüleyici bir yere doğru yola çıktık. Ateşgah, çok uzun yıllardan beri birçok medeniyetin inanç sisteminin ev sahipliği yaptığı kutsal bir mekân. İlk olarak Budistler buraya yerleşerek dini bir mekân haline getirmişler ve uzun yıllar boyunca burada yaşamışlar. Taşından, toprağından kazılan her yerinden ateş çıktığı için buranın adını Ateşgâh koymuşlar. Ateş çıkmasının sebebi de yer altında bulunan doğalgaz. Budistler yıllar boyunca burada kalarak, dinlerini burada yaşamışlar, herhangi bir ticari iş yapmadıkları için maddi gelirleri olmamış bu yüzden de yemek ihtiyaçlarını çevre halktan karşılayarak hayatlarını idame ettirmişler. Şimdi ise dünyanın her yerinden bu mekâna turistik ziyaretler yapılıyor. Özellikle Asya’dan birçok Hintli, Budist insanlar buraya gelerek ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar. Çok tatlı rehber bir hanımefendi bize bu mekânın tüm tarihçesini anlattı ve biz her duyduğumuz bilgide daha fazla hayrete düştük. Bu inanılmaz mekânı da gezdikten ve birçok şey öğrendikten sonra artık otelimizin yolunu tuttuk. Otele gidip yemeğimizi yiyip biraz dinlendikten sonra akşam olduğunda biraz dışarı çıkıp keşif yapmak istedik. Bakü’de hemen otelimizin yanında bulunan büyük bir markete giderek merakımızı gidermek için tüm marketi gezdik. Sosyal yapısı, fiyatları, hayat kalitesi ile ilgili fikir edindik. Her yerde aloe vera suyu satılıyordu biz de merak ederek aldık ve tadına baktık. Hiç benlik bir içecek değil ama kızlar beğendiler. Tadı biraz mayhoşumsu ama aynı zamanda da tadı yok gibi, alışagelmiş olduğum içeceklerden çok daha farklıydı. Hep beraber kahvelerimizi çaylarımızı ve aloe vera sularımızı içip muhabbet ettikten sonra ikinci günümüzü güzelce bitirmiş olduk.
Azerbaycan da üçüncü günümüz muhteşem bir yerde başladı. Old City of Bakü, içerişəhər yani Bakü’nün eski şehiri. Her şeyiyle tarih kokan sanki eski yüzyıllara geri dönmüşsünüz gibi hissettiren bir yer. İçerişəhər çok büyük bir yer. Şehrin içerisine girdiğiniz andan itibaren farklı bir dünyaya girip eski zamanlara gidiyorsunuz. İçerişəhər’in her yeri tarihi yapılarla dolu. Minyatür müzesi, eski bir hamamdan kalan yıkıntılar, Şirvan şahlar Sarayı, Qız Qalesi, Şirvan Şahlar Sarayı Müzesi, sokaklar, evler hepsi başlı başına incelenmesi gereken muhteşem yapılar. Azerbaycan tarihi ve geçmişi hakkında bir şeyler öğrenmek için önemli bir yer olduğunu düşünüyorum. Şirvan Şahlar sarayı çok güzeldi, bizim saraylarımıza kıyasla oldukça minimal bir saraydı ama çok güzel tasarlanmıştı. Sarayın bir kısmında divan vardı, mahkemelerin görüldüğü, devlet için önemli kararların alındığı yer. Divan sistemleri benim çok ilgimi çekti çünkü bizim sistemimize göre farklı bir sistem geliştirmişler. Sistemleri şu şekilde, belirli bir suç ile suçlanan kişi yerin altındaki kuyu tarzı bir yere koyuluyor, üzerine de mazgal koyuluyor. Bu kişi hakkında karar verilirken, tüm mahkeme sürecine şahit oluyor. Geliştirilen bu sistemle çok daha adil ve sağlam bir mahkeme süreci olduğunu düşündüm. Şirvan Şahlar devleti muazzam derece de ince, naif bir mimari ortaya koymuş. Binaların her bir detayında ayrı bir naiflik vardı. Taşlar üstüne inanılmaz güzel işlemeler yapmışlar. Sarayın içersine ilk girdiğiniz zaman, sizi bir giriş karşılıyor ve bu girişin ortasında aşağı katı görebileceğiniz bir delik var. Aşağıdan geçen insanları, yapılan işleri yukarıdan bakarak görebiliyorsunuz. Şirvan Şahlar Sarayını da gezdikten sonra İçerişəhər gezimizin ilerleyen kısmında el emeği ile yapılmış hediyelik eşyaların, yiyeceklerin olduğu bir mağazaya gittik. İnanılmaz güzel tasarımlar vardı ve onları değerli kılan tamamen el emeği göz nur olmalarıydı. Bu güzel mağazayı da hep beraber gezdikten sonra içerişəhər’in çıkışında bulunan Qız Qalesini ziyaret ettik. Dışardan muazzam gözüken bir yapı ama zirvesi çok daha muazzam. Zirveden Bakü’nün tarihi ve yeni inşa edilen yapılarını, Hazar Denizi’ni görebiliyorsunuz. Çok güzel bir manzarası var kesinlikle görmeye, oraya çıkmaya değer olduğunu düşünüyorum. Tarihi yapıların en güzel yanı, içerisine girdiğinizde dokunduğunuzda yıllanmışlığı, yaşanmışlığı hissedebiliyorsunuz. Bu insanı muhteşem hissettiren bir şey. İçerişəhər’den çıktıktan sonra Xalça Müzesi’ne gittik. Bu Xalça Müzesi Azerbaycan’da bir ilkmiş. Müzede bize rehberlik eden hanımefendiden, bizi karşılayan hanımefendiye kadar herkes çok ilgili ve samimi insanlardı. Bu samimiyet, insana cidden ayrı bir mutluluk veriyor ve aidiyet hissettiriyor. Eski zamanlardan günümüze kadar Türkler xalça amaçlı ne tarz eşyalar kullanmış, xalça’nın renklerini desenlerini nasıl elde etmiş, xalçalar ne amaçla kullanılmış. Türkler yerleşik hayata geçmeden önce sürekli, yazlak, kışlak olarak oradan oraya göç ettikleri için xalçaları kolay taşınabilen, kendilerini ve eşyalarını koruyabilecek şekilde tasarlamışlar. Çeşitli böceklerden otlardan boya elde ederek, desenler tasarlayarak xalçalar yapmışlar. Biz Türkler ciddi anlamda bu alanda iyice uzmanlaşmışız ve en iyisi haline gelmişiz. Xalça Müzesi’ni gezerken birkaç şey öğrendim ki çok naif. Türk-İslam Medeniyetinin ne kadar zengin ve paha biçilemez derecede değeri bilinmesi gereken, naif ve ince olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Öğrendiklerimden biraz bahsetmek isterim; Cecim, bir halı türü. Aşsüzen yani bizim Türkiye de süzgeç dediğimiz mutfak da kullanılan alete onlar Aşsüzen adını vermişler. Kırklık koyun kırkmak için kullanılan bir makas türü. Son olarak ise hasırlardan kendilerine alışveriş çantaları yaparlarmış ve yaptıkları çantaların adı zenbil. Zenbil, alışveriş yaptıktan sonra ne alındığını sadece sen bil anlamına gelerek konulmuş bir isim. Xalça Müzesini gezmeyi bitirdikten sonra müzeden çıkarken bizlere rehberlik yapan hanımefendiye teşekkür ettik o da bize buyurun deyince biz şaşırdık. Çünkü Türkiye de teşekkür edildiğinde rica ederim denir ancak burada buyurun deniyor. Azerbaycan da buyurunun anlamı da rica ederim demekmiş. Hanemize yeni bir bilgi de eklendikten sonra xalça müzesinden çıkarak otelimize döndük ve biraz dinlendik. Sonraki durağımız ise savaş ganimetleri müzesi oldu. Burası 2. Qarabağ Savaşı’ndan kalan top, tank, tüfek gibi savaş aletlerinin sergilendiği açık havaya kurulmuş büyük bir alanı kapsayan bir müze. Alanı tam anlamıyla kendinizi savaş alanındaymışsınız gibi hissedesiniz diye, tasarlamışlar. Tünelleri, Ermenilerin karakolunu, esir tutukları yerleri hatta odunluklarının bile aynısı yapmışlar. İnsan kendini simülasyonda gibi hissediyor. Bayraktarın tarumar ettiği ermeni araçları da sergileniyordu. Ermenilerin 6 kademeli bir savaş teknikleri varmış. Bu savaş tekniğinin 6 kademesini de anlatan bir alan oluşturmuşlar. Bu 6 kademeli sistemi sadece Türk askeri geçmeyi başararak Ermenileri tarumar etmiş. Savaş ganimetleri müzesini gezdikten sonra, önce 2. Qarabağ Savaşı’nda şehit düşmüş kahraman askerlerin mezarına gittik. Sonrasında ise Haydar Aliyev’in ve birçok tanınmış kişinin mezarının bulunduğu mezarlığa da giderek ziyarette bulunduk. Ziyaretimizi gerçekleştirdikten sonra neredeyse Bakü’nün en yüksek noktası olan Şehitler xıyabına adını verdikleri anıta gittik. Burası 1. Qarabağ Savaşı’nda şehit düşmüş kişilerin adına inşa edilen muhteşem bir yer. Şehitler xıyabına adını verdikleri bu yerin sonuna geldiğiniz de muhteşem Bakü manzarası ve Hazar Denizi’nin hiç sonu yokmuş gibi gözüken o ufuğunu görüyorsunuz. Manzarayı gördüğünüz yere de oldukça gösterişli bir yapı inşa etmişler. Bu yapının içerisinde hiç durmadan yanan bir ateş var. Şehitler xıyabına hiç sönmeyen sürekli yanan bir ateş. Azerbaycan Bakü’de üçüncü günümüzde şehitler Xıyabına ziyaretimizden sonra sona erdi.
Artık dördüncü gün ve Bakü’den ayrılıyoruz, istikamet Gence. Birkaç saatlik yolculuktan sonra Gence’ye, öğle saatlerinde vardık. İlk olarak otelimize yerleşip yemeğimizi yedik ve hemen ardından otelden çıkarak Gence konsolosluğumuza gittik. Gence konsolosluğumuzdaki herkes de tıpkı diğer yerlerde karşılaştığımız insanlar gibi çok tatlı ve çok içtenlerdi ve bizleri çok güzel karşıladılar. Öncelikle hep beraber konsolosluğumuzu gezdik. Başkonsolosumuzun, konsolosumuzun, vatandaşlarımızın işlerini hallettikleri her yeri gördük. Ve bu işlemler hakkında, nasıl bir süreçten geçtikleri ile ilgili bilgi edindik. Sayın konsolosumuz Özkan Bey her birimizle teker teker ilgilendi, tanıştı, halimizi hatırımızı sordu. Kendisi Kazakistanlıymış, Özkan Bey sayesinde Kazakistan hakkında birçok bilgi edindik. Özkan Bey hala kımız içip, at eti yediklerinden bahsetti. Bu hayat tarzının hala daha yaygın olarak devam ettiğini bilmiyordum. Qarabağ ve Gence birbirlerine oldukça yakın iki şehir. 2. Qarabağ Savaşı yaşanırken Özkan Bey de orada görevdeymiş ve bizlere yaşanılanlardan bahsetti. An be an Qarabağ da ne yaşanıyorsa gördüklerinden, şahit olduklarını anlattı. Qarabağ da ne yaşanıyorsa gence den hissettiklerini, düşen bombaları gördüklerini, duyduklarını anlattı. Birçok kez şarapnel parçaları şehir merkezine ve hatta sivillerin evlerine kadar gelmiş. Devlet’in Gence de yaşayan ailelere isterseniz evlerinizi boşaltabilirsiniz demesine rağmen halk kendi evlerinde, kendi şehirlerinde ne olursa olsun kalmayı tercih etmişler. İşte bu yüzden ne kadar asimile etmeye, bastırmaya, susturmaya, psikolojik baskı altına almaya çalışsalar da bunu asla başaramayacaklar. Bizler de her alanda en iyisi olarak onların bizleri görmek istemedikleri her alanda olacağız ve onlara en iyisi nasıl olur göstereceğiz. Konsolosluğumuzun girişinde sol tarafta bulunan salona Nuri Paşa salonu adını vermişler. Salonu gezdik, hep beraber fotoğraf çekildik ve sonrasında konsolosumuza, orada çalışanlara veda ederek ayrıldık. Elmir Bey, Yusuf abi ile nostaljik, çok hoş bir mekâna akşam yemeğine gittik. Hep beraber çok güzel, muhabbet dolu bir gece geçirdik. Ve oraya ait, yemeklerin tatlarına baktık. Yağlı ve etli yemeği çok seviyorlar ve yemekleri çoğunlukla bu tarzda. İlk olarak orada yediğimiz yemeklerden biraz bahsetmek istiyorum. Öncelikle sarmalarından bahsedeceğim, sarma şekilleri bizimkine benziyor ancak çok daha küçük boyutta ve içi kıymalı. Bir diğer yemek ise Blinçik, ekmeği krep gibi yumuşak içi ise kıymalı. Bir diğeri ise Gürci hengeli, içi etli bir hamur kızartması ve şekli manduya benziyor. Gürze, bu yemek de aynen Gürci hengeli gibi ancak şekli biraz farklı ve içi etli. Bahsetmek istediğim son yemek ise, dovğa adında bir çorba. Bu çorba soğuk içilen bir çorba. Tadı da tipi de bizim yayla çorbasına çok benziyor. Azerbaycan’ da oldukça tüketilen bir çorbaymış. Her markette paketli bir şekilde görebilirsiniz ve her yerden satın alabilirsiniz. Bir kez daha şükürle biten bir gün oldu hepimiz için.
Gence’deki ilk tam günümüz başladı, kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk durağımız için yola çıktık muhteşem bir yere gittik, Gence Tibb Kolleci. Burası yüksekokul tarzında bir eğitim kurumu, tıbbi eğitimlerin verildiği, muallimlerin yetiştirildiği bir eğitim merkezi. Bizim eğitim tarzımıza göre oldukça farklı, burada temel sağlık eğitimleri ve sağlık alanında birçok eğitim veriliyor. Kollece girdiğimizde ilk olarak bizleri muallimler karşıladı. Yine her biri birbirinden çok tatlı insanlardı. İlk olarak Gence Tibb Kolleci ile ilgili bilgi edinmemiz için bizlere bir sunum hazırlamışlar. Bu sunumu izlemek üzere konferans salonuna geçtik. Muallime bir hanımefendi bize biraz kollecden bahsettikten ve iyi dileklerini sunduktan sonra hazırlanmış oldukları videoyu izledik. Video çok gurur vericiydi orada olduğumuz her bir an iliklerimize kadar hissettiğimiz gardaşlık duygusunu yine muhteşem bir coşkuyla hissettik. Sonrasında rektör bey ve birkaç muallime ile kolleci gezmeye başladık. Birçok ilkimi Azerbaycan tecrübe paylaşım programında yaşadığım gibi, yine daha önce yaşamadığım tecrübeleri burada yaşadım. Tibb Kolleci’nin her bir odasında farklı bir tecrübe yaşadık. Çünkü her biri ayrı bir sağlık bölümünü kapsıyor. İlk girdiğimiz oda da yetişkin bir insana hastanede yapılan ilk müdahaleler ile ilgili bilgiler aldık ve maket üzerinde bunları gördük. Kan nasıl alınır EKG nasıl çekilir, EKG aleti nasıl kullanılır, bir insan nasıl entübe edilir ve daha birçok şey hakkında uygulamalı olarak bilgi edindik. Bir diğer oda da muallimler ders alırlarken biraz onları izledik. Sonrasında bizlere bazı konular da bilgilendirdiler. Bebeğin boğazına bir şey kaçtığında ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız, bu hareketleri hangi şiddetle uygulamalıyız. Dinlediklerimizi uygulayarak görmek için gönüllü oldum ve maket bir bebek üzerinde suni teneffüs yaparak tecrübe ettim. Çok komik ve unutulmayacak bir andı benim için. Bebekler küçük olduklarından ötürü yetişkinlerin aksine suni teneffüs yaparken ağzını ve burnunu kapayacak şekilde suni teneffüs yapmak gerekiyormuş. Bunu uygularken çok komik bir görüntü ortaya çıktı. Tıbb kollecinin laboratuvarını da gezdik ve aletleri inceledik. Son olarak kollecin içerisinde diş hekimliği bölümünü gezdik ve işlerini yaparlarken biraz muallimleri izledik. Kollecin neredeyse her bir alanını gezdikten sonra rektör bey ile bahçeye çıktık ve bizler için çok güzel bir şey düşünmüşler. Her birimizin adına birer ağaç ayarlanmış. Hepimiz kendi ağacımızı diktik. Gerçekten çok ince düşünülmüştü. Yıllar sonra inşAllah bir gün yeniden yolumuz Azerbaycan’a düştüğünde oraya gideceğiz ve büyümüş olan ağaçlarımızı yeniden sulayacağız. Düşündükçe içim coşkuyla doluyor ve muhteşem hissettiriyor. Bir ağacımızın Azerbaycan’da olması, bizim için bir nefesin bizden çok uzakta olması müthiş bir olay. Ağaçlarımızı diktikten sonra rektör bey tarafından her birimize bir rozet armağan edildi. Her bir anda olduğu gibi bu an da çok tatlı ve unutulamayacak kadar güzeldi. Bizler için Kollecin halı sahasında bir hazırlık yapmışlar. Bir masa kurmuşlar ki inanamazsınız. Türk misafirperverliği ve Müslüman hoşgörüsü yine şaşırtmadı. Özel olarak pasta yaptırmışlar, semaverde çay yapmışlar, Paxlava, Badambura, Şekerbura, şekerlemeler ve bizim için yöresel kıyafetler giyinerek bizleri karşılayan tatlı kızlar. Rektör bey, muallimler ve kollecdeki kızlarla hoşça vakit geçirdikten sonra maalesef ki yine ayrılık vakti geldi. Muallimlerin, yardımcı olan ablaların, yöresel kıyafetlerini giyinerek bizleri karşılayan öğrencilerin her biri ile tek tek sarılarak ayrıldık. Rozetlerimiz rektör bey tarafından bize armağan edilirken bir olay yaşadık ki bu olayı da paylaşmak isterim. Teker teker rozetlerimiz takılırken inanılmaz sesli bir şekilde üzerimizden savaş uçağı geçti ve bizler anlam veremedik ve ne olduğunu anlamak için havaya doğru bakarken rektör bey aynen şöyle söyledi “korkmayın onlar bayraktar bizim uçaklarımız, talim uçuşu yapıyorlar”. Bu sahipleniş, bu birlik oluş hiç bitmesin hep bizimle var olsun. El sallayarak oradan ayrıldıktan sonraki durağımız Nuri Paşa Evi Müzesi oldu. Nuri Paşa’nın Azerbaycan’da olduğu dönemde kaldığı evi müze haline çevirmişler ve uzun yıllardır torunu Nuri Paşa Müze Evine sahip çıkıyor ve buranın tüm ihtiyaçlarıyla ilgileniyor. Nuri Paşa’nın harekât emri verdiği, askerleriyle görüştüğü, planlarını yaptığı yer kendi yatak odasının bir kısmı. Ve bir diğer oda ise yemeğini yediği devlet erkanını ağırladığı yemek odası. Her iki odayı da asıl halini bozmadan gayet iyi bir şekilde muhafaza etmişler. Nuri Paşa’nın yatağı, örtüsü, masası ve birçok kişisel eşyası hala muhafaza ediliyor. Oda da bir canlandırma yapılmış, sanki tarihten bir an orada yaşanıyor ve siz de olanlara şahitlik ediyorsunuz. Bu canlandırma da Nuri Paşa’nın bal mumu heykeli ile yapılmış. Odasına girdiğiniz de ayakta duran Nuri Paşayı, masada bulunan haritayı görüyorsunuz.. Nuri Paşa’nın torunu çok tatlı güler yüzü bir hanımefendiydi. Evin içerisini anlatarak bizlere adeta müze rehberliği yaptı. Nuri Paşa ve Kafkas İslam Ordusu’na dair birçok şey öğrendik. Yemek odasında birçok hatıra mevcuttu hatıralara bakarken bir defterle karşılaştım. Deftere buraya uğrayan ziyaret eden devlet erkanı, ziyaretçiler bir yazı yazarak hatıra bırakıyorlarmış. Ben de izin alarak defteri aldım ve hepimizin adına güzel birkaç cümle yazarak bizlerden de oraya bir anı bıraktık. Her birimiz bu yazının altına imzamızı attık. Tarihe bir not da biz düşmüş olduk. Kim bilir belki bir gün yeniden yolumuz bu güzel memlekete düşer de bıraktığımız notu görme şansımız olur. Nuri Paşa Evi Müzesi’nin bahçesi de aynı içi kadar güzel ve bakımlıydı. Bahçenin bir duvarına o dönemden kalan resimleri asmışlar, bir duvarına Kafkas İslam Ordusunun aziz şehitlerinin isimlerini asmışlar. Bahçenin neredeyse her yeri çiçeklerle kaplıydı ve çok hoş bir havası vardı. Müze evine girişte sağlı sollu olarak yukarıya Azerbaycan ve Türkiye bayrağı asmışlar. Bu o kadar gurur vericiydi ki anlatamam her yerde Türkiye bayrağı ve Azerbaycan bayrağı vardı. İki devlet ama tek milletiz ve asla ayrı gayrı yok hep biriz ve her yerdeyiz. Hatıra fotoğrafı çekildikten sonra vedalaşarak oradan ayrıldık. Bu arada anahtarın Azerbaycan Türkçesinde ne demek olduğunu da çıkarken öğrenmiş olduk. Anahtar benim için o günden sonra açardır. Gence deki son durağımızdayız Nizami Gencevi Türbesi. Burası 12. Yüzyıl Şairi Nizaminin anısına inşa edilmiş bir yapı. Bizim türbelerimize göre çok daha farklı bir mimari tasarıma sahip. Bizim türbelerimizde, türbeye girdiğiniz zaman sanduka biraz daha yukardadır kafanızı hafif kaldırarak bakarsınız. Ancak bu türbe öyle değildi, sanduka bir kat aşağıda ve türbeye girdiğinizde balkon gibi bir alandan aşağıdaki sandukaya bakıyorsunuz. Türbenin neden bu şekilde bir mimari yapıya sahip olduğunu rehberimizden öğrendik. Tasarımcı şöyle düşünmüş, sanduka aşağıda olduğu için sandukaya bakmak için mecburen kafamızı eğmemiz gerekiyor bu da kişiye olan saygıyı ifade ediyor. Türbenin duvarlarında Nizami’nin şiiri yazıyordu. Türbe yukarı bir alana inşa edildiği için türbeye gelmek, içerisine girmek için birçok merdiven çıkmak gerekiyor. Türbenin iki girişi var herkesin girdiği üst giriş bir de sandukanın tam karşısında kalan alt giriş. Son ziyaretimizi de yaptıktan sonra otelimize gidip valizlerimizi toplayıp Gence’den ayrıldık. Akşam Bakü’ye vardık, son günümüz olduğu için kızlarla sabaha kadar sohbet muhabbet ettik. Çok güzel bir geceydi. Ancak belki de bir daha bu ortamı yakalayamayacak olmak oldukça üzücüydü.
Son sabahımıza uyandık ve son kahvaltımızı yaptık. Son günümüzün ilk durağı Bakü Türk Anadolu Lisesiydi. Okul müdürü Nurullah Bey bizi karşıladı ve okulu bizlere gezdirdi. Okul da yıllardır eğitim görülüyor, ancak birkaç eksiği varmış ve bu eksikliklerde tamamlanıyormuş. Bundan dolayı okulun bir kısmında tadilat vardı. Müdür beyin odasında öğrencilerin müdür beye hediye ettiği, kendileri el emekleri ile yapmış oldukları tasarımları gördük. Okulun terasının duvarları çiniliydi, bu çiniler Azerbaycan da üretilen özel çinilerdenmiş. Buradan sonra, öğretmenler odasına gittik ve birkaç öğretmenle tanıştık. Okulun teras katında bulunan öğrencilerin kendi icatlarının bulunduğu bir odaya gittik. Bizlere biraz bu icatlar hakkında bilgi verdiler. Buradaki gençler inanılmaz şeyler yapmışlar. Okulda bir 5. sınıf öğrencisi kendi çabalarıyla, bir robot tasarlamış ve bu robot sorunsuz bir şekilde çalışıyor. Daha 10-11 yaşlarındaki bir çocuğun böyle güzel işler yapması demek, yeni Selçuklar yetişiyor demektir. Biz istesek her şeyi başarabiliriz demektir. Okulu gezdikten sonra müdür beyle vedalaşıp TRT Bakü, Anadolu Ajansı ve Türk Hava Yolları temsilciliğine doğru yola çıktık. İlk olarak, Anadolu Ajansı Bakü temsilciliğine gittik ve orada çalışanlarla sohbet ederken temsilcilik hakkında bilgilendik. Medya işleri nasıl ilerliyor, bu ofiste neler yapılıyor, bir haberin aşaması ve Türkiye Azerbaycan ilişkileri hakkında konuştuk. Anadolu Ajansı temsilciliğinden sonra TRT Bakü temsilciliğine geçtik. TRT Bakü temsilciliği hakkında sohbet ettik, zorluklarından güzelliklerinden bahsettik. Biraz da yabancı ülkede olmanın, ülkemizi başka bir ülkede temsil etmenin zorluklarından, üzerlerine düşen sorumluluklarından konuştuk. Bu alanda son olarak Türk Hava Yolları ofisini ziyaret ettik. Türk Hava Yolları tüm çalışanları ile ciddi anlamda kaliteli ve işini iyi yapan bir kurum. Bizler de Azerbaycan’a Türk Hava Yolları ile seyahat ettik ve yine Türk Hava Yolları ile döndük. Oldukça kaliteli ve insanı rahatlatan personelleri ve hizmet anlayışları var. Bu konular hakkında konuştuk ve tecrübelerimizden bahsettik. Onlar da bizlere bu işin işleyişinden, kendi çalışanlarını nasıl seçtiklerinden, kaliteyi yakalamak için neler yaptıklarından bahsettiler. Buradaki herkesle de vedalaştıktan sonra artık gezimizin son durağı olan Asan Xidmet Medya Merkezine gittik. Radyo yayın odasına girerek, aletlerin nasıl kullanıldığı, radyo yayınının nasıl yapıldığını gördük. Asan xidmette vatandaşlara canlı olarak hizmet veren çalışanların, bu işi nasıl yaptıklarını görmek için çalıştıkları alana girdik. Asan Xidmetten de ayrılarak vedalaşmak üzere son kez TİKA temsilciliğimize gittik. Ahmet Bey, Fatih Bey ile bir hafta boyunca yaşadığımız bu unutulmayacak anları konuşurken bir anda pastayla içeriye gelerek doğum günümü kutladılar. Gerçekten inanılmaz bir andı, beni çok mutlu ettiler sağ olsunlar. Öncelikle Seylan hocama çok teşekkür ediyorum, böyle bir incelik gösterip, değer verdiği için, sonrasında Ahmet Bey, Fatih Bey ve ofiste çalışan diğer herkes bu güzel organizasyonun parçası oldukları için bana muhteşem ve unutamayacağım bir an yaşattıkları için, hepsine çok çok teşekkür ediyorum. Bu gezinin her bir anı benim için hep iyi ki oldu tanıştığım, gördüğüm, muhabbet ettiğim, bir şeyler paylaştığım herkes, herkes harikaydı ve her biri hayatımda hep iyi ki olarak kalacak. Sürekli yaşadığım her bir an için şükürler olsun demekten kendimi alamıyorum gerçekten. Unutulmayacak anlar arasına bir yenisi ve en güzeli eklendikten sonra son bir veda fotoğrafı çekilerek, herkes ile vedalaşarak oradan ayrıldık. Elmir Bey ve Yusuf abi ile Nizami Küçəsi, (Tarqovi) caddesine gittik. Son kez Tarqovi caddesini gezdik ve hep beraber iyi kilerimize, iyi kiler kattık. Bazı hediyelikler aldık, caddede müzik çalan müzisyenleri dinledik, doya doya gezdikten sonra restorana geçtik. Bizler için nostaljik, güzel bir mekânda yemek rezervasyonu yapmışlar. Belki sürekli aynı kelimeleri kullanıyorum ama gerçekten bu muhteşem anılar için daha fazla yakışan kelimeler bulamıyorum çünkü her bir anı çok çok güzeldi, unutulmayacak kadar inanılmazdı. Yemeğimiz çok muhabbetli, kahkahalı neşe dolu geçti. Şah pilavı adında bir yemeği tattık. Şah pilavı inanılmaz bir yemek, Azerbaycan’a giden oralara yolu düşenlerin mutlaka tatması gereken bir yemek olduğunu düşünüyorum. Yemeğimizi yerken grubun enlerini belirledik, ilk tanıştığımızda birbirimiz hakkında ne hissediyorduk, şimdi ne hissettiğimizi konuştuk. Elmir Bey bizlere Azerbaycan hakkında, gezdiğimiz yerler, yediğimiz yemekler hakkında, bizleri bilgilendirdi. Bu gezide birçok kelime öğrendik. Türkiye Türklerine göre oldukça fazla öz Türkçe kelime kullanıyorlar aynı zamanda da yıllardır Rusların sömürüsü altında oldukları, asimilasyona maruz kaldıkları ve yıllardır bağımsızlık mücadelesi verdikleri için fazlasıyla Rusça kelime lügatlarına yerleşmiş durumda. Rus yaşam tarzı da hayatlarında maalesef ki yer edinmiş. Hatta Bakü’nün o muhteşem mimari yapısında büyük ölçüde Rusların payı varmış. Dağından taşından doğalgaz gibi benzin gibi maddi geliri yüksek, yer altı kaynakları olan kocaman bir bozkır Azerbaycan. Artık ayrılık vaktimiz geldi. Muhteşem derecede güzel bir akşam yemeği yedikten sonra günlerce kahrımızı çeken Ramiz abi ile son yolculuğumuzu havaalanına doğru yaptık. Kim bilir belki de hiçbir şey aslında bir son değildir, belki de kader bizi yeniden bir araya getirir. Tüm bir hafta boyunca oradan oraya koştururken Ramiz abi sayesinde hep eğlendik. İstediğimiz müziği açmamıza izin verdiği, keyifli vakit geçirmemize müsaade ettiği, başı ağrımasına rağmen hiç sesini çıkartmadığı, bizimle eğlendiği, bize ayak uydurduğu ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için sonsuz kere teşekkür ederim. Azerbaycan da olduğum her an bana çok fazla şey kattı. Tanıştığım her insan, gezdiğimiz, gördüğümüz her tarihi yer, öğrendiğim her bilgi, bu gardaşlığa olan inancımı yüz bin kat daha da arttırdı. Azerbaycan-Türkiye gardaşlığı iyi ki var ve hep var olsun. Havaalanına geldik ve son kontrollerden geçerek uçağa doğru ilerledik. Elmir Bey ve Yusuf abi biz gözden kaybolana kadar hep bizimle oldular, sağ olsunlar. Azerbaycan Haydar Aliyev Havaalanından ayrıldık. Uçak yolculuğu hüzünlü geçti, çünkü her birimiz farklı şehirler de farklı semtlerde oturuyorduk. Tekrar bir araya gelmemiz zor olacaktı. Sanırım bu yüzden, herkeste bir hüzün vardı. Biraz Büşra’dan bahsetmek istiyorum. Büşra bir hafta boyunca aynı odayı paylaştığım, her anımı birlikte geçirdiğim, grubun içerisinde birbirimiz hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz kişi, gönlü kocaman inanılmaz tatlı, güzel kalpli bir insan. Büşra ile tekrar buluşmamız ne zaman olur bilmem ama gönüllerimiz hep bir. Kim bilir belki de benim yolum oralara düşer. Allah ne zaman nasip eder bilmem ama bir parçam hiç görmediğim o memlekette. Ama en zoru da havaalanından ayrılmak oldu. Hepimiz birbirimize teker teker sıkıca sarıldık. Ve her birimiz başka yerlere gitmek üzere ayrıldık. Bu seyahat, bu arkadaşlıklar, tanıdığım bir sürü insan, hayatımdaki ilkleri yaşamak bana o kadar çok şey kattı ki anlatılamayacak kadar güzeldi. Yaşadıklarımı, tecrübe ettiklerimi elimden geldiğince anlattım belki ama bu duyguların tarifi yok. İnsan yaşamadan anlayamıyor. Bu yüzden gezip, görmeli, yaşayarak tecrübe etmeli. Şunu da çok iyi anladım ki içerde yaşanılan ile dışardan gözüken her zaman çok daha farklı. Azerbaycan tecrübelerim özelinde konuşuyorum şu anda ama bunun genel olarak böyle olduğunu düşünüyorum. Azerbaycan hakkında bildiğim birçok tabu yıkıldı ve bildiğim şeylerinin aslının çok daha farklı olduğunu gördüm. Beni şaşırtan hiç beklemediğim birçok şeye şahit oldum ve görerek öğrendim. O yüzden her şeyi, yerinde görmek ve içeride olarak tecrübe etmek çok daha sağlıklı ve tatminkâr. Yeryüzünün her bir karışını gezme isteğim yüz bin kat daha da arttı. Çünkü gezip, görmek ile okumak arasında çok fazla fark var. Şöyle özetlenebilir; teori ve pratik. Hayat tam olarak bu. Sadece şunu dedim oradayken keşke bir iki hafta daha vaktim olsaydı da halk ile daha fazla vakit geçirerek, içerden daha iyi gözlemleyebilseydim. Ne düşünüyorlar ne hissediyorlar, hayatları gerçekte nasıl, dışardan gözüken ve içerde yaşanılan ne kadar farklı. Her ülke de olduğu gibi yaşam koşulları yaşanılan şehre, maddi duruma göre oldukça değişiyor. Bundan dolayı sadece Bakü değil, Sumqayıtta da Gencede de bu incelemeyi yapmak isterdim. Çünkü bu iki şehir çok daha az gelişmiş, daha kırsal kesim. Başkent Bakü’ye göre burada insanların sosyolojik yapısı çok daha farklıydı. Azerbaycan hakkında tecrübelerim, izlenimlerim, iyi kilerim böyleydi. Bilmiyorum hislerimi yazıya dökerken ne kadar başarılı oldum ama inşAllah biraz da olsa yansıtabilmişimdir dostlar.
ROPÖRTAJ;
HABERLER;
Comments